Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"






Hicri : 25 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 5 Mart 1428
Miladi : 18 Mart 2012 pazar...




"Rabbiniz Allâhü Teâlâ’dan (ona karşı gelmekten) sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekâtını verin, idarecilerinize itaat edin. Böyle yaparsanız Rabbinizin cennetine girersiniz.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)






NAMAZ


İngiliz'in, vakit vakit gemilerden, siperden...
Yine bolca gülle, bomba savurduğu bir gündü.
Hızlı hızlı geçiyordum, tehlikeli bir yerden,
Birdenbire gözlerime büyük bir şey göründü.
Böyle büyük görünen şey küçücük bir insandı,
Fakat bana çok dokundu, ayaklarım bağlandı.
Ateşlerin yaladığı bu düzlükten geçenler,
Güllelerin cehennemlik yağmurundan kaçarken..
Yolun biraz kenarında, tek başına bir nefer,
Pervasızca bombalardan, ateşlerden her şeyden..
Kendisine, süngüsünden bir mihrâbcık kurmuştu,
Sonra onun karşısında namazına durmuştu.
Ne havada ıslık çalan ve düştüğü yerlere
Kızgın çelik dahmelerle ölüm saçan gülleler...
Ne semâda ifrit gibi vızıldayan tayyare...
Ne dünyalık bir düşünce, ne bir korku, ne keder
Onun demir yüreğini oynatmaktan âcizdi,
Sanki toplar, şarapneller tehlikesiz... Sessizdi!
Potinleri yanındaydı... Onun büyük saygısı,
Kunduralı ibâdeti görmüyordu muvafık,
Böyle bir yüreğin bütün işi, kaygısı,
Elbet Hakk'ın rızâsına olmalıydı mutabık.
Kuru toprak üzerinde, kundurasız kılınan
Bu namazın, pek uygun bir kubbesiydi âsumân! ….
Hakk'ın büyük dîvânında, eli bağlı dururken,
Artık o, can kaygısını almıyordu hesaba.
Allah Allah, bu ne yüksek bir îmândır yâ Rabbî
Bir Müslüman, ne büyük bir kahramandır, yâ Rabbî!
Kahramandır, çünkü toplar etrafında patlarken,
Zerre kadar titremedi, namazını bozmadı...
Böyle dalgın, düşünerek geçerken ben yanından,
Sağa sola selâm verdi, namazını bitirdi.
Sonra, biraz kımıldandı, ellerini -Yaratan,
Allâh’ına duâ için- gökyüzüne çevirdi.
Şimdi, artık Allâh’ına döküyordu derdini,
Gözlerini kapamıştı... Unutmuştu kendini...
(Çanakkale, Çamlıca Basım Yayın)



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 26 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 6 Mart 1428
Miladi : 19 Mart 2012 pazartesi...




“Kıyâmet gününde insanların Allâhü Teâlâ’ya en sevgili olanı ve onun ikramına en yakın ve en yüksek mertebede bulunanı, adâletli idarecidir."

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî





HZ. ÖMER'İN ADALETİ

Hz. Ömer'in (r.a.) oğlu Abdullah (r.a.) anlattı:
Birkaç deve satın almıştım. Onları muhafaza altında tutulan çayıra gönderdim. Develer iyice besili hale gelince satmak için pazara getirdim.
Bu sırada Hz. Ömer pazara geldi. Pazarda semiz develeri görünce 'bu develer kimin' diye sordu. Oradakiler 'oğlunuz Abdullah'ındır,' dediler.
Hz. Ömer (r.a.) “Ey Ömer'in oğlu Abdullah! Aferin, çok iyi, emîrul mü’mininin oğlu!” demeye başladı. Ben de koşarak yanına geldim ve “Buyur, ey mü’minlerin emiri,” dedim. Bu develer nedir? dedi.
Ben de 'Bunlar satın aldığım develer. Onları koruluğa gönderdim. Müslümanlar gibi ben de para kazanmak, kar etmek istiyorum,' dedim. Bunun üzerine babam dedi ki:
“Müslümanlar da mü’minlerin emîrinin oğlunun develerini otlattılar, suladılar. (develer de böyle semiz oldular. Sen de böylece para kazanacaksın ha) ey Ömer'in oğlu Abdullah! Hemen (onları satıp) sermayeni al, fazlasını da derhal beytülmala teslim et.”




ATMOSFER


Dünyanın etrafını saran gaz tabakası atmosferde %78 Azot, %21 Oksijen ve %1’de Argon, Neon, Helyum vb. gazları bulunur. Bu gazların tamamına yakını 35 km yüksekliğe kadar olan bölgededir.
Hava yoğunluğunun yükseldikçe azaldığını keşfeden, Müslüman alimlerden İbn-i Heysem'dir. (M. 965-1040).
Hayat için lazım olan gazların bulunduğu atmosfer, iklimleri meydana getirir, güneş ışıklarını dağıtır da gölgeler tam karanlık olmaz, ışığı, sesi aktarır ve sıcaklığı iletir de gündüz sıcak aşırı olmaz, gece de soğuk aşırı olmaz, güneşin zararlı ışıklarından korur.
Fezâdan dünyaya doğru gelen göktaşları atmosfere girdiğinde sürtünmenin şiddetinden yanarak, dünyamıza zarar veremez hale gelir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 27 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 7 Mart 1428
Miladi : 20 Mart 2012 Salı..





"Muhakkak sizin için İbrahim ve beraberindekiler de güzel örnek oldu...”

(Mümtehıne Sûresi, âyet 4)
.





İBRAHİM ALEYHİSSELÂM


Tufandan sonra Hz. Nuh (a.s.)’ın çocukları yeryüzüne dağıldıkları zaman Sâm'ın neslinden “Nemrud” adında birisi Babil'de, şimdiki Musul şehrinin bulunduğu yerlerde bir devlet kurmuştu.
Babil ahalisi arasında “Sabie” denilen batıl bir din türemişti. Bunlar, güneşe, aya yıldızlara, putlara, hükümdarlarına tapmakta idiler. Allâhü Teâlâ, Nemrud zamanında Babil ahalisine Hz. İbrahim (a.s.)’ı peygamber gönderdi ve ona on sahifelik bir kitap verdi.
Hz. İbrahim (a.s.), Babil ahalisine hak ve hakikati bildirmeğe çalıştı, kendilerini Hak dinine davet etti, doğan, ölen, sönüp giden şeylerin tapmağa lâyık olmadığını kendilerine söyledi. Fakat bunlar aldırmadılar. Bir yortu günü halk, şehir haricine çıkmışlardı. İbrahim (a.s.), şehirde kaldı, puthaneye giderek bir takım putları kırdı ve elindeki baltayı da büyük putun boynuna astı. Halk, şehre dönüp bu hali görünce bunu Hz. İbrahim’in yaptığına hükmettiler. Hz. İbrahim de: “Eğer söyleyebilirse sorunuz bakalım, belki bunu bu büyük put yapmıştır” dedi, “Hiç cansız bir put böyle bir şey yapabilir mi?” dediler. Hz. İbrahim de: “Mademki bunlar cansız, ellerinden bir şey gelmez şeylerdir, artık ne için bunlara tapıyorsunuz?” dedi. İbrahim (a.s.), bu cahil kavme ne kadar gaflet ve dalâlet içinde kalmış olduklarını bu suretle de anlatmak istemişti. Bunun üzerine hepsi de biraz sustular, cehaletlerini sezer gibi oldular. Fakat sapıklıklarında ısrar ettiler, Hz. İbrahim’i yaktıkları büyük bir ateş içine attılar. Fakat ateş, Allâhü Teâlâ’nın emriyle bir gülistan kesildi, o mübârek zatı yakmadı. Bu bir mu'cize idi. Bunu görenlerden bazıları iman ettiler, Hz. İbrahim de bu mü'minleri ve kendi ehli beytini alarak Şam diyarına hicret etti. Bir aralık kıtlık zuhur edince Mısır’a gitti, sonra Ken'an ilinde, yani, Kudüs-i Şerîf havalisinde ikâmet buyurdu.
Hz. İbrahim Kudüs-i Şerîf'te “Halilürrahman” kasabasında bir mağara içinde refikası Sâre ile beraber medfundur.
Hz. İbrahim (a.s.) “Halilullah”dır. Son derece müsafirperver idi. Kâbe-i Muazzamayı oğlu İsmâil (a.s.) ile beraber inşa etmişlerdir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 28 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 8 Mart 1428
Miladi : 21 Mart 2012 Çarşamba.





"Bir köy veya sahrada üç kişi birlikte bulunur da namazı aralarında cemaatle kılmazlarsa, şeytan onları kuşatıp yener. Öyleyse cemaate devam ediniz. Muhakkak ki sürüden ayrılan koyunu kurt yer.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)







CEMAATLE NAMAZIN FAZİLETİ



Cemâatle namaz kılmanın tek başına kılınan namazdan üstün olmasının sebeplerini İbn-i Hacer (rh.) hadîs-i şerîflerden toplayarak şöyle sıralamıştır:
Müezzinin cemaatle namaz davetine icabet etmek, namazları en faziletli vakitlerinde kılmak, Mescide vakar ile yürümek, duâ ile mescide girmek, mescide girdiğinde tahiyye namazı kılmak, bütün bunlar cemaatle namaza niyet etmekle hâsıl olur.
Cemâatle namazı beklemek ve ibâdette yardımlaşmak.
Meleklerin ona dua, istiğfar etmeleri ve şâhid olmaları
Kâmete icâbet etmek, kâmet getirilirken şeytan kaçtığı için ondan selâmet bulmak.
İmamın iftitah tekbirini bekleyerek onunla namaza başlamak. Namaz saflarını düzeltip boşlukları doldurmak.
İmam “Semiallâhü limen hamideh” dediğinde “Rabbenâ leke'l-hamd” demek.
Namazda hatadan emin olmak; imamın hatasını da tesbîh ile (Sübhânallah diyerek) veya kıraat ile düzeltmek.
Huşûun hasıl olması ve huşuu bozan şeylerden kurtulmak.
Kılık kıyafeti güzel ve temiz olmak. (Ashâb-ı kirâmın imkânlarına göre iki elbiseleri olurdu, biri günlük giydikleri, biri de namaz için giydikleri en iyi elbiseleri idi)
Meleklerin onları kuşatması.
Kırâatin tecvîdli ve aheste olması ve namazın rükünlerinin kâmil şekilde yerine getirilmesi
Dînin şeâirinin; alâmetlerinin izhârı. İbâdet için toplaşıp, yardımlaşarak ve tenbelliği defederek şeytanın burnunu sürtmek. Nifaktan ve töhmetten kurtulmak.
Duâ ve zikir için toplanmak ve noksanların kâmil olanların bereketiyle tamamlanması.
Komşular arasında birlik ve muhabbetin temini.
İmamın kırâati esnasında susmak, okunan kırâati dinlemek. İmamın “Âmîn”ine (gizlice) “Âmîn” demek.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 29 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 9 Mart 1428
Miladi : 22 Mart 2012 Perşembe.




“Mü’min) kardeşinle münâkaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getiremeyeceğin bir vaatte bulunma.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî
.[/COLOR]





HALİFENİN TAVSİYELERİ


Abbasî Halifesi Harûn Reşîd oğlu Emîn'in terbiyesini hem edîb hem de kuvvetli bir mürebbi (terbiyeci) olan İmâm Kisâî'ye vermişti. Oğlunu teslîm ederken ona şu tavsiyelerde bulundu:
Sana ciğerparemizi, gözümüzün nurunu teslim ettiğimiz hatırından çıkmasın. Onu şefkat kanatlarının altına ve terbiyene al.
Sana hürmet etmeğe mecbur eyle. Ona şefkatli bir mürebbi ol. O da sana hürmetkâr bir talebe olsun. Ona yalnız din kitaplarını değil, cihan hâdiselerini, şiiri, edebiyatı, lisanın inceliklerini öğret. Lüzumsuz gülmekten onu men et.
Kumandanlar ve devlet erkânı yanına geldikçe onlara makamına göre itibar ve ikram etmeye alıştır. Faydalı malûmat öğrenmenin dışında zamanlarının boş geçmesine müsaade etme.
Her fırsatta fikrinin genişlemesine çalış. Fakat onu mahzun ederek, zihnini dağıtma. Yüz vererek de tembelliğe alıştırma. Güzel sözle ve güzel hareketle ahlâkının düzelmesine gayret et.





CEMÂZİYE’L-EVVEL



Yarın idrâk edeceğimiz cemâziye’l-evvel ayı, kamerî ayların beşincisidir. Bu ayda mutad evrâd u ezkâra devâm etmelidir. (Duâ ve İbâdetler, Fazîlet Neşriyat)





CEMÂZİYELEVVEL AYI İCTİMA‘I, RU’YET VE BAŞLANGICI



Hicrî Kamerî 1433 yılı Cemâziyelevvel ayı ictima‘ı bugün (22 Mart Perşembe) Türkiye saati ile 16.38’de.
Ru’yet yani hilâlin çıplak gözle görülmesi, ise yarın (23 Mart Cuma) Türkiye saati ile 07.11’de.
Hilâl’in görüldüğü yerler: Büyük okyanusun Kuzey batı kesimlerini, kuzey Amerika kıtasının kuzey batı kesimleri, Alaska, Sibirya, Japonya, Çin ve Hindistan ile Asya ve Avrupa kıtaları.
Hilal; Türkiye, Almanya, Avusturya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından da görülebilecektir.
Hilâl’in görüldüğü günü tâkip eden 23 Mart Cuma günü de Cemâziyelevvel ayının 1’i olmaktadır.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 1 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 10 Mart 1428
Miladi : 23 Mart 2012 Cuma.



.“Kişi rızkını temin ettiği (helâl) şeye sarılsın, devam etsin.”

(Hadîs-i Şerîf, Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr





BEREKETİN İKİ ŞARTI: İMAN VE ALLAH KORKUSU

Allâh'ın mükâfâtına ancak ona itâatle erilir.
Kim mal ve evladında bereket isterse, Allâh’dan korksun; onun emirlerine uyup nefsini dâimâ murakabe altında tutsun.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Muhakkak Rûhulkudüs (Cebrail a.s.) bana ilhâm etti ki, hiçbir kul rızkını tamamen tüketmeden ölmez. Siz onu helâlinden arayınız.
İstediğiniz bir hususta rızkın size geç yahud yavaş gelmesi onu Allâh’ın fazlından isyân ile kazanmağa götürmesin. Elbette her kişinin, gelmesi muhakkak olan rızkı vardır.
Kim takdîr olunan rızkına razı olursa o ona bereketli kılınır ve onda genişlik bulur.
Her kim de ona kanaat edip razı olmaz ise onun bereketini ve genişliğini bulamaz.
Elbette rızık kişiyi ecelinin aradığı gibi arar (bulur).”
A’râf sûresinin 96. âyet-i kerîmesinin tefsîri:
Eğer o memleketin ahalisi îman edip Allâhü Teâlâ’dan korkmuş -yani peygamberlerinin teblîğ ettiklerine inanıp korunması lazım gelen şeylerden korunup sakınmış- olsalardı elbette üzerlerine yerin göğün bereketlerini açardık. Azab yerine her taraflarından feyz ve bereket yağar, her işleri yolunda gider, saâdetleri ve refahları artardı. Lâkin inanıp korunmadılar da yalanladılar. Biz de kendilerini kazana geldikleri küfür ve isyânları ile yakalayıverdik.





KİŞİNİN CEHÂLETİ NE İLE BİLİNİR?

Cahilin cehaleti altı şey ile bilinir:
1) Her şeyde hemen öfkelenmek,
2) Faydası da zararı da olmayan lüzumsuz konuşma yapmak,
3) Hak etmeyene bağışta bulunmak,
4) Sırrını ifşa etmek,
5) Herkesi güvenilir bilip her hususta onlara güvenmek,
6) Dostunu düşmanını fark etmemek.”


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 2 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 11 Mart 1428
Miladi : 24 Mart 2012 Cumartesi.



Bir adamın müslüman olmasına vesile olan kimseye cennet vacib olur.”

(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü'l-Kebîr.






SULTAN ÂLEMGÎR VE FETÂVÂ-YI HİNDİYYE


Sultan Âlemgir, Hindistan Timuroğulları (Gurkânîler) hükümdarları arasında, ibâdet ve adâlet bakımından mümtaz bir padişah idi. Dâimâ Allâh’dan korkar; haramdan son derece sakınır ve ekseriyetle oruçlu bulunurdu. Şecaat, tahammül ve isabetli görüşte eşsiz idi. En büyük gayreti bid’atleri yok etmek yolunda idi. Zamanında binlerce Hindu Müslüman oldu. Âlemgir 3 Mart 1707'de vefât ettiğinde 90 yaşını az geçiyordu.
Vasiyetinde “Saltanatın ana direği, dâhilde olan her şeyi bilmektir. Bir anlık gaflet uzun pişmanlıklar doğurur. Ben dünyaya eli boş geldim, yine öyle gidiyorum. Cenâzem için külfetli masrafa girmeyiniz.” demiştir.
Âlemgîr Şah, memleketin ileri gelen âlimlerinden Şeyh Nizameddin başkanlığında büyük bir heyete Hanefî mezhebinin temel kaynaklarından Fetâvâ-yı Âlemgiriyye ve Fetâvâ-yı Hindiyye adları verilen kitabı hazırlattı ve memleketin her tarafında tatbik ettirdi. Bunun için o zaman oldukça yüksek bir meblağ olan 200 bin rupi sarfetmiştir.
Sekiz senede hazırlanan bu kitâbın mukaddimesinde hazırlanışı ile alakalı şu malumat vardır:
“Gerçekten fıkıh ilmi, hidâyetle dalâletin arasını hakkıyla ayıran bir ilim ve amellerin kıymetlerinin bilindiği en doğru terazidir. Bu ilim derin denizler gibidir ve derinliğinin sonu yoktur. Fıkıh sahasında, tasnif edilmiş pek çok kitaplar vardır. Lâkin herkes bunlardan istifâde edememektedir.
Sultân, âlimlerden en sahih rivâyetleri içinde toplayan, rivâyetlerin kuvvetlisini, zayıfını birbirinden seçip ayıran bir kitap hazırlamalarını istedi. Âlimler, hemen madenlerinden cevherleri çıkarmaya başladılar.
Kitabın tertibinde, Hidâye’nin tertibi esas alındı. Ekseriyetle “Zâhirü'r-rivâye” fetvaları alındı. “Nevâdir” fetvâlarına pek az iltifat edildi. Buna da ancak, bir meselenin cevabı zahirü'r-rivâyede bulunmadığı zaman “müftabih” kaydı olana başvuruldu. Tekrarlar terk edilmiş, ancak bir meselede kabûl gören iki görüş varsa ikisi de alınmıştır.”



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 3 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 12 Mart 1428
Miladi : 25 Mart 2012 PAZAR.




.
“Kalbler, kendisine iyilik yapana karşı muhabbet, kötülük yapana karşı da buğz üzerine yaratılmışlardır.” (Hadîs-i Şerîf, Kuzâî, Müsnedû’ş-şihâb)





ALLÂH’TAN ÜMİD KESİLMEZ

Hz. Adem (a.s.) “Ya Rabbi! Sen İblis'i bana musallat ettin. Ondan ancak senin yardımın ve rahmetinle korunabilirim.” dedi. Allâhü Teâlâ “Senin dünyaya gelen evlatlarının her birine, onu şeytan aleyhillânenin hîlesinden ve kötü arkadaştan muhafaza edecek bir melek vazifelendirdim,” buyurdu. Hz. Adem (a.s.):
“Ya Rabbi! Daha arttır,” dedi.
Allâhü Teâlâ “Yaptığı iyiliğe karşılık on misli ve hatta daha fazla sevap vereceğim. Yaptığı kötülüklerin karşılığı olarak da bir günah yazacağım ve onu affedeceğim.” buyurdu. Hz. Adem (a.s.):
“Ya Rabbi! Daha da arttır.” dedi.
Allâhü Teâlâ “Ruhu bedeninde olduğu müddetçe tevbesini kabul edeceğim.” buyurdu. Hz. Adem (a.s.):
“Ya Rabbi! Daha da arttır.” dedi.
Bunun üzerine Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşmış (günahta ileri giderek nefislerine cinayet yapmış) kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümidi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki o öyle Gafûr, öyle Rahîm o.” (Zümer Sûresi, âyet 53)




KAPTANPAŞA’NIN VEFÂSI

17. asır ortasında (Hırvatistan'ın güneyinde) Dalmaçya’da Boşnak Yusuf, fakîr ve yakışıklı bir çocuk iken, bir kapıcıbaşı tarafından İstanbul'a götürüldü ve Osmanlı Sarayı'na yerleştirildi. Yusuf, bir süre sonra silahdarlığa yükseldi, Sultan İbrahim'in kızı ile evlendi. Sonra da 1645 yılında Kaptan-ı Deryâ (Amiral) oldu. Aynı yıl Venediklilere açılan seferin ilk serdârı olarak tayin edildi. Girit'in Hanya Kalesi'ni fethetti.
Kaptân-ı Deryâ Yûsuf Paşa'nın çocukluğunda ayakkabısı yoktu. Çıplak ayaklarına bir kış günü bir kadın, yıpranmış kundura giydirdi. Daha sonra Kaptan-ı Deryâ olan Yusuf çocukluğunda ayakkabı giydiren hayırsever kadını unutmadı. Ona meşin bir hurç yolladı. Bu hurçda kıymetli hediyeler arasında içleri altınla doldurulmuş olarak kadının Yusuf'a çocukluğunda verdiği o kunduralar da bulunuyordu. (Ö.F.7) 17 08 2006


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 4 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 13 Mart 1428
Miladi : 26 Mart 2012 PAZARTESİ.




“İnsan öldüğü zaman onun ameli kesilir (sevâbı yazılmaz): Ancak üç şey hâriçtir: Sadâka-i câriye (vakıf gibi faydası devamlı olan hizmet) ve kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden sâlih evlât."

(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim






ALLÂH’TAN ÜMİD KESİLMEZ


Hz. Adem (a.s.) “Ya Rabbi! Sen İblis'i bana musallat ettin. Ondan ancak senin yardımın ve rahmetinle korunabilirim.” dedi. Allâhü Teâlâ “Senin dünyaya gelen evlatlarının her birine, onu şeytan aleyhillânenin hîlesinden ve kötü arkadaştan muhafaza edecek bir melek vazifelendirdim,” buyurdu. Hz. Adem (a.s.):
“Ya Rabbi! Daha arttır,” dedi.
Allâhü Teâlâ “Yaptığı iyiliğe karşılık on misli ve hatta daha fazla sevap vereceğim. Yaptığı kötülüklerin karşılığı olarak da bir günah yazacağım ve onu affedeceğim.” buyurdu. Hz. Adem (a.s.):
“Ya Rabbi! Daha da arttır.” dedi.
Allâhü Teâlâ “Ruhu bedeninde olduğu müddetçe tevbesini kabul edeceğim.” buyurdu. Hz. Adem (a.s.):
“Ya Rabbi! Daha da arttır.” dedi.
Bunun üzerine Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşmış (günahta ileri giderek nefislerine cinayet yapmış) kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümidi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki o öyle Gafûr, öyle Rahîm o.” (Zümer Sûresi, âyet 53)





KAPTANPAŞA’NIN VEFÂSI

17. asır ortasında (Hırvatistan'ın güneyinde) Dalmaçya’da Boşnak Yusuf, fakîr ve yakışıklı bir çocuk iken, bir kapıcıbaşı tarafından İstanbul'a götürüldü ve Osmanlı Sarayı'na yerleştirildi. Yusuf, bir süre sonra silahdarlığa yükseldi, Sultan İbrahim'in kızı ile evlendi. Sonra da 1645 yılında Kaptan-ı Deryâ (Amiral) oldu. Aynı yıl Venediklilere açılan seferin ilk serdârı olarak tayin edildi. Girit'in Hanya Kalesi'ni fethetti.
Kaptân-ı Deryâ Yûsuf Paşa'nın çocukluğunda ayakkabısı yoktu. Çıplak ayaklarına bir kış günü bir kadın, yıpranmış kundura giydirdi. Daha sonra Kaptan-ı Deryâ olan Yusuf çocukluğunda ayakkabı giydiren hayırsever kadını unutmadı. Ona meşin bir hurç yolladı. Bu hurçda kıymetli hediyeler arasında içleri altınla doldurulmuş olarak kadının Yusuf'a çocukluğunda verdiği o kunduralar da bulunuyordu. (Ö.F.7) 17 08 2006


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“En hayırlı meclis, kıbleye dönerek oturulan meclistir.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberî, Tehzîbu’l-âsâr)

.


Yere tükürenler acaba yere tükürürken kıbleyi :ohnoes: hiç düşünüyorlar mı.......:sad:


Sol Tarafa Veya Sol Ayağın Altına Tükürmek


Enes İbn Mâlik Hz. Peygamber'in (s.a.v) efendimiz şöyle buyurduğunu nakletmîştir:

"Müslüman namaz kılarken Rabbine münacatta bulunur. O halde Önünüze ve sağ tarafınıza tükürmeyin. Eğer mecbur kalırsanız solunuza veya ayağınızı bastığınız yere tükürsün.


Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü (s.a.v) efendimiz caminin kıble istikametinde balgam gördü. Hemen bir taş alıp onu kazıdı. Sonra insanların önüne ve sağma tükürmesini yasakladı. Soluna veya sol ayağının altına tükürmesine ise müsaade etti."


Ellerinize sağlık, Cenab-ı Allah (C.C.) Cümlemizden Razı olsun....

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 5 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 14 Mart 1428
Miladi : 27 Mart 2012 SALI



İman, yetmiş küsur şu’bedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allâh'tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en alt şubesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. İmanın şubelerinden biri de hayâdır.”

(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)





YERMÜK MUHÂREBESİ (M. 634)

Hicretin 13. senesinde; Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinin sonlarında İslâm Devleti, Bizans sınırlarına dayanmış idi. İmparator Hirakl bu vaziyetten ürküp İstanbul'dan Suriye'ye geldi ve büyük ordular toplayıp sevketti.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) bunu haber alınca hemen Şam hudûdundaki orduları bir yere topladı ve Yermük vadisinde toplanan iki yüz kırk bin kişilik Rum ordusu üzerine sevketti. İslam askerinin adedi kırkaltı bin olup içlerinde -yüzü Bedir gazilerinden- olmak üzere bin kadar Ashâb-ı Kirâm vardı. Ordu kumandanı bulunan Hz. Ebû Ubeyde (r.a.) Hâlid bin Velîd’i (r.a.) kendi yerine kumandan tayin etti. Ondan evvel Bizans ile Peygamberimiz zamanında Mute muharebesi vukû bulmuştu. O vakitte Hz. Hâlid Ehl-i İslâm'ı müşkil halden kurtarmış idi. Bu defa ordu kumandanlarına şöyle hitâb etti:
“Bugün, Allâh’ın sayılı günlerinden biridir. Bu gün öğünmek ve serkeşlik, itaatsizlik etmek lâyık değildir. İhlasla cihad edin ve amelinizle Allâh'ı razı kılın. Nizam ve tertîb üzere cenk eden topluluk ile böyle, dağınık olarak cenk lâyık olmaz. Hz. Ebû Bekir, sizi bir diğerinizle kolaylıkla uyuşursunuz, diye göndermiştir. İçinizden bazınız kumandan tayin olunsa, olunmayanlar için Allah katında ve Resûlullâh'ın halîfesi yanında bir noksanlık vermez. Geliniz, şu düşmanlara bakınız, nasıl müheyya olmuş, hazırlanmışlar. Bu bir gündür ki, sonu vardır. Eğer bugün biz onları sürersek dâimâ süreriz ve eğer onlar bizi bozarsa bundan sonra felah bulmayız.”
Yermük vadisinde çok şiddetli muharebeler meydana geldi. Hz. Hâlid'in çok yararlılıkları göründü. İslâm askeri öğle ve ikindiyi ima ile kıldılar. İmparatorun kardeşi de dahil Rûm tarafından yüzbinden fazlası telef oldu. İslâm askerinden ise üç bin kadar şehîd vardı ki içlerinde İslâmda kıdemli (ilk müslüman) olan zâtlar var idi. Ebû Süfyân'ın (r.a.) gözüne ok isâbet etti. Hz. İkrime (r.a.) da bu muharebede şehîd oldu.
Yermük zaferi bütün Şam beldelerinin fethine vesile olmuştur.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



Hicri : 6 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 15 Mart 1428
Miladi : 28 Mart 2012 ÇARŞAMBA.





Rabbimiz! Hem peygamberlerine karşı bizlere va’dettiklerini ihsan buyur da kıyâmet günü yüzlerimizi kara çıkarma. Şüphe yok ki sen va’dinden dönmezsin.”

(Ali İmran Sûresi, âyet 194)







SIRAT KÖPRÜSÜNÜ GEÇENLER

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e “Yâ Resûlallah! Seven sevdiği kişiyi kıyâmet günü hatırlayacak mı? diye sordum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Hatırlar, ancak üç yerde hatırlayamaz.” buyurdular.
Birincisi mizanın başında iken, salih amellerinin hafif mi ağır mı geleceği endişesiyle hatırlamaz.
İkincisi kitapların (amel defterlerinin) havada uçuştuğu zaman, kitabının sağından mı, yoksa solundan mı verileceği endişesiyle hatırlamaz.
Üçüncüsü de cehennemden bir ateş parçası çıkıp onları kaplar, onlara öfkelenerek: ‘Ben Allâhü Teâlâ tarafından şu üç kişiyi alıp cehenneme götürmek ve onlara azab etmekle vekil kılındım: Allâh'tan başka ilah olduğunu iddia eden kimse, hesab gününe iman etmeyen kimse ve bildiği halde inat eden zorba kimseler.’ der ve bu üç zümreyi kaplar ve onları cehenneme atar.
Cehennemin üzerinde kıldan ince ve kılıçtan keskin bir köprü vardır. Üzerinde, Allâh’ın dilediklerini yakalayan kancalar ve dikenler vardır. Bu köprünün üzerinden kimisi, göz açıp kapayıncaya kadar, kimisi şimşek gibi, kimisi rüzgâr gibi, kimisi süratli koşan at gibi, kimisi de hızlı giden deve gibi geçer. Melekler de: Rabbimiz! Onları selâmetle geçir, diye dua ederler. Geçen kimse selâmettedir. Yaralı olanlar da selamettedir. Kimisi de yüzü üzerine cehenneme yuvarlanmıştır.



LOKMAN HEKİMDEN NASİHAT


Lokman Hekim'in oğluna nasihatlerinden:
“Oğlum! Üç şey ancak üç vakitte bilinir.
Kişinin halim selim olduğu ancak öfkelendiği zaman bilinir.
Kişinin şecaat ve cesaretli olduğu harb zamanında bilinir.
Gerçek kardeş de ihtiyaç anında bilinir.”


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



Hicri : 6 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 15 Mart 1428
Miladi : 28 Mart 2012 ÇARŞAMBA.





Rabbimiz! Hem peygamberlerine karşı bizlere va’dettiklerini ihsan buyur da kıyâmet günü yüzlerimizi kara çıkarma. Şüphe yok ki sen va’dinden dönmezsin.”

(Ali İmran Sûresi, âyet 194)







SIRAT KÖPRÜSÜNÜ GEÇENLER

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e “Yâ Resûlallah! Seven sevdiği kişiyi kıyâmet günü hatırlayacak mı? diye sordum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Hatırlar, ancak üç yerde hatırlayamaz.” buyurdular.
Birincisi mizanın başında iken, salih amellerinin hafif mi ağır mı geleceği endişesiyle hatırlamaz.
İkincisi kitapların (amel defterlerinin) havada uçuştuğu zaman, kitabının sağından mı, yoksa solundan mı verileceği endişesiyle hatırlamaz.
Üçüncüsü de cehennemden bir ateş parçası çıkıp onları kaplar, onlara öfkelenerek: ‘Ben Allâhü Teâlâ tarafından şu üç kişiyi alıp cehenneme götürmek ve onlara azab etmekle vekil kılındım: Allâh'tan başka ilah olduğunu iddia eden kimse, hesab gününe iman etmeyen kimse ve bildiği halde inat eden zorba kimseler.’ der ve bu üç zümreyi kaplar ve onları cehenneme atar.
Cehennemin üzerinde kıldan ince ve kılıçtan keskin bir köprü vardır. Üzerinde, Allâh’ın dilediklerini yakalayan kancalar ve dikenler vardır. Bu köprünün üzerinden kimisi, göz açıp kapayıncaya kadar, kimisi şimşek gibi, kimisi rüzgâr gibi, kimisi süratli koşan at gibi, kimisi de hızlı giden deve gibi geçer. Melekler de: Rabbimiz! Onları selâmetle geçir, diye dua ederler. Geçen kimse selâmettedir. Yaralı olanlar da selamettedir. Kimisi de yüzü üzerine cehenneme yuvarlanmıştır.





LOKMAN HEKİMDEN NASİHAT


Lokman Hekim'in oğluna nasihatlerinden:
“Oğlum! Üç şey ancak üç vakitte bilinir.
Kişinin halim selim olduğu ancak öfkelendiği zaman bilinir.
Kişinin şecaat ve cesaretli olduğu harb zamanında bilinir.
Gerçek kardeş de ihtiyaç anında bilinir.”








Amiinn...

Fazilet Takviminin her bir yaprağı ayrı bir konu olur, çok güzel konular içeriyor..

" Gerçek kardeş de ihtiyaç anında bilinir. " Cenab-ı Hak Cümlemizden razı olsun...

Ellerinize sağlık teşekkür ederiz...

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 7 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 16 Mart 1428
Miladi : 29 Mart 2012 PERŞEMBE.


“Allâhü Teâlâ katında en sevilmeyen insan, düşmanlığı şiddetli olandır.” (Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)





ALLÂH’IN EN ÇOK SEVDİKLERİ VE BUĞZ ETTİKLERİ


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
Allâhü Teâlâ üç kişiyi sevmez, fakat onlardan üç kişiye daha çok buğzeder (sevmez):
Birincisi fâsıklara buğzeder, fakat yaşlı fâsığa daha çok buğzeder.
İkincisi cimrilere buğzeder, fakat zengin cimriye daha çok buğzeder.
Üçüncüsü kibirlenenlere buğzeder, fakat kibirli fakire daha çok buğzeder.
Allâhü Teâlâ üç kişiyi sever fakat onlardan üç kişiyi daha çok sever:
Birincisi takva sahiplerini (kendisinden korkanları) sever, fakat genç olduğu halde takva sahibi olanları daha çok sever.
İkincisi cömertleri sever, fakat fakir olduğu halde cömert olanları daha çok sever.
Üçüncüsü tevazu sahiplerini sever, fakat zengin olduğu halde tevazu sahibi olanları daha çok sever.





ADÂLETİN KERÂMETİ


Hz. Ali (r.a.), Sıffîn'e giderken düşürmüş olduğu zırhını döndüğünde bir Hristiyan elinde görüp onu Kûfe kadısı Şurayh'ın (rh.) huzûruna götürdü ve “Bu zırh benimdir.” diye dava etti. Hıristiyan inkâr edince Şurayh şâhid istedi.
Hz. Ali'nin şâhidi oğlu Hz. Hasan ve azadlısı Kanber idi. Kâdı, evladın babası lehine şâhidliğini kabûl etmedi, peygamberimizin torununun şâhidliğine izin vermedi ve başka bir şâhid daha istedi. Hz. Ali (r.a.) başka şâhidi olmadığını söyleyince zırhı Hıristiyana verdi. Hz. Ali (r.a.) ise üzülmedi, bu hükme razı oldu ve güldü.
Hıristiyan bu hale hayran olarak zırhı alıp çıktı. Biraz gittikten sonra durdu, düşündü; sonra geri döndü ve: “Bu hükümler ancak peygamber hükmüdür.” diyerek İslâm ile müşerref oldu. Zırhın da Hz. Ali'nin olduğunu ikrâr edip teslîm etmek istedi. Lâkin Hz. Ali zırhı almadığı gibi ona bir de at hediye etti.

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 8 cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 17 Mart 1428
Miladi : 30 Mart 2012 CUMA.




“Muhakkak ahde vefa imandandır.”

(Hadîs-i Şerîf, Hâkim, el-Müstedrek)





FATİH KANUNNÂMESİ


Osmanlılarda ilk defa Orhan Gazi zamanında ele alınan devlet teşkilâtı devletin büyümesiyle beraber muntazam bir gelişme kaydetmiştir. İslâm hukukunun esaslarına göre bir takım kanunlar konulmuştu. İstanbul’u fethettikten sonra Osmanlı devletini eskisinden daha merkeziyetçi bir hale sokmağa çalışan Fatih Sultan Mehmet de yeni bir takım kaide ve kanunlar ortaya koymuş, mevcut olanlara da yeni şekiller vermiştir.
Fatih'in iki Kanunnâmesi vardır: Bunlardan biri devletin teşkilât ve teşrifâtına, biri de şahsî hukuka aittir.
Viyana kütüphanesindeki nüshasından iktibas edilerek “Tarih-i Osmanî Encümeni” tarafından neşredilen birinci Kanunnâmenin ismi “Kanunnâme-i Âl-i Osman” dır. Fatih devrinin son yıllarında, Karamânî Mehmet Paşa’nın sadâreti zamanında 1477 ve 1481 seneleri arasında hazırlandığı tahmin edilmektedir. Bu kanun, İstanbul’un fethine kadar devamlı riâyet edilen hükümlerin bir araya getirilmesi ile teşekkül etmiştir.
Kanunnâmenin metni, Nişancı Leyszâde Muhammed İbn-i Mustafa tarafından yazılmıştır. Devletin teşkilât ve teşrifâtına, memurların terfi sırası ile vazifelerine, âidâta, bâzı resmî ünvanlara ve bir takım ceza hükümlerine aid olan bu meşhur kanunnâme devletin anayasası mahiyetindedir.
Bundan başka bir de ictimaî ve şahsî hukukla vergilere ait ikinci bir kanunnâme daha vardır ki o da birkaç defa yayınlanmıştır.
Kanunî Sultan Süleyman devrinde yeni esaslar ilâvesiyle genişletilen bu ilk Osmanlı kanunnâmesinin birçok hükümleri Tanzimât devrine kadar kullanılmıştır:
Fatih Kanunnamesi “Bu kanunnâme atam ve dedem kanunudur ve benim dahi kanunumdur. Evlâd-ı kiramım neslen ba'de neslin bununla âmil olalar.” diye başlar.
İSİMLERİMİZ: Erkek: Abdullah, Kız: Âlime



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş


kıssadan hisse

MollaCami.Com