Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 23.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 1 Nisan 1428
Miladi : 14 NİSAN 2012 CUMArtesi




İşte bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a râzı oldum...” (Mâide Sûresi, âyet 3) ..





“SİZE DİN OLARAK İSLAMA RAZI OLDUM”


Peygamberler Allâh'ın emir ve nehiylerini vahiy yoluyla almışlar; kendilerinin hakikaten Allah'la kullar arasında birer vasıta olduklarını mucizelerle isbat etmişlerdir.
Vahiy: Allâhü Teâlâ'nın emir ve nehiylerini peygamberlere rüya, ilham, kitab ve melek göndermek gibi bir vasıta ile bildirmesidir.

Mucize: Peygamberlik iddia eden zâtın elinde meydana gelen hârikulâde iştir. Ateşin Hz. İbrahim'i yakmaması gibi. İnsanların bu hârikanın mislini yapmaktan âciz olduklarını beyan için ona -âciz bırakan mânasına- mucize denilmiştir.

Vahiysiz din, mûcizesiz peygamber yoktur. Binâenaleyh mecûsîlik, budistlik, putperestlik gibi vahiy ve mucize ile alâkası olmayan saçma yollara din denilemez. Onlar olsa olsa bâtıl birer mezheptirler.

İlâhî dinlerin her biri aslında haktır. Yalnız Mûsevîlik, İsevîlik gibi eski dinler tahrife uğramış; asılları kaybolmuştur. Zaten bunlar Allah indinde bir müddetle tahdit edilmiş olduğundan o müddet dolduğu zaman neshedilmiş, yâni hükümleri kaldırılmıştır. Meselâ İsevîlik Mûsevîliği neshettiği gibi, en son gelen Müslümanlık da İsevîliği neshetmiş ve kıyâmete kadar hükmü bakî yegâne din olarak kalmıştır.

Allâhü Teâlâ Hazretleri (meâlen):
"Hiç şüphe yok ki, Allah indinde din, İslâm Dîni'dir." (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 19) ve
"Bugün size dininizi ikmâl ettim; size olan ni'metimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı oldum." (Sûre-i Mâide, Âyet 3) buyurarak bunu bütün cihana ilân etmiştir.

FIKRA: Bir Manastırın İdaresi İş Mi?
Kırkkilise (Kırklareli)'de iken azledilen bir memur, (Bugün Makedonya'da bulunan) Manastır kazasına tayinini ister. "Orası mühim bir mevkidir, idare edemezsin." derler. "Efendim, kırk kiliseyi idare eden adam, bir manastırı idare edemez mi?" der.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



Hicri : 24.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 2 Nisan 1428
Miladi : 15 NİSAN 2012 PAZAR



.“Kim (haram ve çirkin sözlerden) ağzını korur, namusunu da muhafaza ederse cennete girer.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed) ..



MAHREMİYETE RİÂYET

"Zinâ, dünya ve âhirette hüsrâna götüren ve bütün dinlerde çirkin ve kötü kabul edilen bir fiildir. Ebû Huzeyfe (r.a.)'ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Zinâdan sakınınız, zîrâ zinâda -üçü dünyâda üçü âhirette olmak üzere- altı kötülük vardır.Dünyâdaki üç kötülükten birincisi; zinâ insanın bahâsını (güzellik ve zerâfetini), nûrâniyetini, sâfiyetini giderir. İkincisi, fakirlik meydana getirir. Üçüncüsü, ömürde noksanlık meydana getirir. Âhiretteki üç kötülük ise; birincisi, Allâh'ın gazabıdır. İkincisi, hesabın kötü olmasıdır. Üçüncüsü, kabir azâbıdır."

Bilmelisin ki Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gözün zinâsı, yabancı kadınlara bakmaktır. Ellerin zinâsı, yabancı kadınlara dokunmaktır. Ayakların zinâsı, yabancı kadınlara gitmektir." Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır (meâlen): "Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını muhâfaza etsinler. Bu kendileri için daha temizdir. Her halde, Allah ne yaparlarsa haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhâfaza etsinler." (Nûr Sûresi, âyet 30-31)
Bilinmelidir ki kalp, göze tâbîdir. Göz haramlara kapatılmadıkça kalbi muhâfaza etmek zordur. Kalp meşgûl oldukça da ırzını, iffetini muhâfaza etmek zordur. Bu sebeple ırzı haramlardan muhâfaza etmek için gözü haramlara kapatmak zarûrîdir.

Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların, -kalplerinde hastalık olanların tama' edip de kötülük yapmaya yeltenmemeleri için,- yabancı erkeklerle günahkâr kadınlar gibi, yumuşak bir şekilde, kırıtarak konuşmaları men edilmiş yasaklanmıştır. Bunun yerine kötü düşünce ve arzuya düşürmeye sebep olmaktan, yapmacıklıktan uzak, vakar ve ciddiyetle dosdoğru sözler söylemeleri emredilmiştir.

Aynı şekilde, erkeklerin arzularına sebep olmaması için kadınların onların yanında zînetlerini göstermeleri de yasaklanmıştır.
Kezâ, kadınların yürürken zînetlerini ortaya çıkarmak için ayaklarını yere vurmaları da yasaklanmıştır. Zîrâ bu, erkeklerin kadınlara meyletmesine sebep olur.
Hulâsa, günaha sevk eden her şey çirkindir ve yasaklanmıştır…" (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî-3/41)



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 25.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 3 Nisan 1428
Miladi : 16 NİSAN 2012 PAZARTESİ.





İman iki kısımdır: Yarısı (nimetlere) şükürdür, yarısı da (sıkıntılara) sabırdır.” (Hadîs-i Şerîf, Kuzâî, Şihâbü'l-ahbâr) .





ÖMER BİN ABDÜLAZİZ'İN TAZİYESİ


Emevî Halîfesi Ömer bin Abdülaziz (rh.) vefât eden bir ahbabının ailesini taziye için ziyarete gitti. Feryad ve figân ederek ağladıklarını görünce onlara şöyle dedi:
"Sizin rızkınızı veren bu vefât eden zât değildir. Asıl rızkınızı veren Allâhü Teâlâ'dır ve o hayy (diri ve diriltici)dır ve asla ölmez.

Bu zât sizin yerinize ölüp de kabirlerinizi örtmedi, herkes kabrini kendisi doldurur. Vallâhi, her biriniz kendinize takdir olunan kabre gireceksiniz.
Muhakkak Allâhü Teâlâ dünyâyı yarattığında ona harap olması hükmünü vermiştir. Üzerinde yaşayanların da faniliğine hükmetmiştir.

Bir yurt tecrübe ve imtihanla doluysa, orada ibret de vardır. Burada toplananlar bir bir ayrılırlar. Nihâyet sonunda arzın ve arz üzerindekilerin tek varisi Allah olacaktır.
Ağlayan, kendine ağlasın. Zira bu zâtın başına gelen sizin başınıza da gelecek ve onun vardığı yere hepiniz varacaksınız."






BİTKİLERİN VE HAYVANLARIN ECELİ

Hz. Ebû Bekir'e (r.a.) kanatları gayet büyük (yani güçlü kuvvetli ve avlanması pek güç olan) bir karga getirildi. Buyurdu ki;
"Ben Resûlullah'dan işittim, şöyle buyurdular: Avlanan hiçbir av, kesilen hiçbir ağaç, sökülen hiçbir kök yoktur ki ancak tesbîhinin noksan olmasından dolayı böyle olur."
Diğer hadîs-i şerîflerinde şöyle buyuruldu":

Tutulan bir kuş yahut balık ancak tesbîhini noksan yaptığından yakalanmıştır."

• "Hayvanların tamamının ve arzda biten her nebatın ecelleri tesbîhlerindedir. Tesbîhleri tamam olduğunda da Allâh onların ruhunu kabzeder."





İSİMLERİMİZ: Erkek: Rağıb, Kız: Reyhan



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 26.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 4 Nisan 1428
Miladi : 17 Nisan 2012 Salı





Kişinin namazı ve orucu sakın sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Lâkin emânet(e riâyet)i olmayanın (kâmil) dîni yoktur.”

(Hadîs-i Şerîf, Musannef-i Abdurrezzak
.





NAMAZA DÂİR BAZI MESELELER

Selâm verirken; "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh" denildiğinde (Rahmetullâh'ın) sonundaki "he"ye hareke verilmez. İkinci selâmda sesi evvelkinden aşağı kılmak sünnettir.
İkinci secdeden kalkarken özürsüz bir yere dayanılmaz, belki dizlerine dayanır ve oturmaksızın ayağa kalkar.

Secde ederken veya kalkarken başındaki şey (takke) çıkarsa bir eliyle, amel-i kalil ile alıp başına giyip de kılmak başı açık kılmaktan faziletlidir.
(Dışarıdan gören kimsenin namazda olmadığına hükmedeceği şey ameli kesirdir. Bunun aksi ise ameli kalildir.)

Namazda sadece Fâtiha'nın okunduğu rek'atlerde (öğle namazının farzının üç ve dördüncü rek'atleri gibi) sehv ile zamm-ı sûre okunsa sehiv secdesi lâzım olmaz. Namazın rükunlarının tertib üzere edâ olunması lâzımdır.

Selam verdikten sonra "Allâhümme entes-selâm ve minkes-selâm, tebârakte ya zel-celâli vel ikrâm" demek sünnettir.
(Farz) Namaz kılarken kimsenin çağırmasına cevap için namazı kesmek câiz değildir. Anası ve babası dahi çağırsa böyledir.
Ancak başlarına mühim bir şey gelip yardım isterlerse namazı keser.
Bir kimsenin malını yahud canını bir zarardan korumak için de namazı keser.




KİMSE MEKÂN TUTMAZ SENDE, VİRAN DÜNYA DEĞİL MİSİN?

Bir adamın gönlünün meyvesi oğlu ölmüştü. Adamın yüreği yanmış, bir yandan ağlıyor, bir yandan da:
"Ey dünyaya doyamadan ölen oğlum! Hiçbir şey göremeden âlemi bıraktın gittin." diyordu.
Onun bu sözlerini duyan ârif bir zât dedi ki:

"Farzet ki oğlunun dünyada tatmadığı zevk kalmamıştı. Bütün dilekleri yerine gelmişti. Ne değişecekti ki? Sonunda yine herşeyi arkasında bırakıp gitmeyecek miydi?"
İnsan zamanının kıymetini bilmelidir. Saadete erebilmek için vakte dikkat etmek, fırsatı ganimet bilmek gerekir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 27.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 5 Nisan 1428
Miladi : 18 Nisan 2012 ÇARŞAMBA.



“Kişinin namazı ve orucu sakın sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Lâkin emânet(e riâyet)i olmayanın (kâmil) dîni yoktur.”

(Hadîs-i Şerîf, Musannef-i Abdurrezzak)






NAMAZA DÂİR BAZI MESELELER


Selâm verirken; "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh" denildiğinde (Rahmetullâh'ın) sonundaki "he"ye hareke verilmez. İkinci selâmda sesi evvelkinden aşağı kılmak sünnettir.
İkinci secdeden kalkarken özürsüz bir yere dayanılmaz, belki dizlerine dayanır ve oturmaksızın ayağa kalkar.

Secde ederken veya kalkarken başındaki şey (takke) çıkarsa bir eliyle, amel-i kalil ile alıp başına giyip de kılmak başı açık kılmaktan faziletlidir.
(Dışarıdan gören kimsenin namazda olmadığına hükmedeceği şey ameli kesirdir. Bunun aksi ise ameli kalildir.)

Namazda sadece Fâtiha'nın okunduğu rek'atlerde (öğle namazının farzının üç ve dördüncü rek'atleri gibi) sehv ile zamm-ı sûre okunsa sehiv secdesi lâzım olmaz. Namazın rükunlarının tertib üzere edâ olunması lâzımdır.

Selam verdikten sonra "Allâhümme entes-selâm ve minkes-selâm, tebârakte ya zel-celâli vel ikrâm" demek sünnettir.
(Farz) Namaz kılarken kimsenin çağırmasına cevap için namazı kesmek câiz değildir. Anası ve babası dahi çağırsa böyledir.
Ancak başlarına mühim bir şey gelip yardım isterlerse namazı keser.
Bir kimsenin malını yahud canını bir zarardan korumak için de namazı keser.






KİMSE MEKÂN TUTMAZ SENDE, VİRAN DÜNYA DEĞİL MİSİN?


Bir adamın gönlünün meyvesi oğlu ölmüştü. Adamın yüreği yanmış, bir yandan ağlıyor, bir yandan da:
"Ey dünyaya doyamadan ölen oğlum! Hiçbir şey göremeden âlemi bıraktın gittin." diyordu.
Onun bu sözlerini duyan ârif bir zât dedi ki:

"Farzet ki oğlunun dünyada tatmadığı zevk kalmamıştı. Bütün dilekleri yerine gelmişti. Ne değişecekti ki? Sonunda yine herşeyi arkasında bırakıp gitmeyecek miydi?"
İnsan zamanının kıymetini bilmelidir. Saadete erebilmek için vakte dikkat etmek, fırsatı ganimet bilmek gerekir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 28.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 6 Nisan 1428
Miladi : 19 Nisan 2012 PERŞEMBE.






.Kim abdestli olarak uyur ve o gece ölürse şehid olarak ölür.”

(Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummal






BİR SAHÂBÎ: MUÂVİYE BİN EBÛ SÜFYÂN (R. A.)


Ashâb-ı Kirâm'dan Misver bin Mahreme (r.a.) şöyle anlattı:

Biz bazı ihtiyaçlarımız için Hz. Muâviye'nin (r.a.) yanına gitmiştik. İhtiyaçlarımız görüldükten sonra ben Muâviye'nin (r.a.) yanına girdim ve selâm verdim. Bana "Ey Misver, senin bizim hakkımızda konuştuğunu işittim, niçin böyle ediyorsun?

Seni Allâh'ın mağfiretine benden daha layık kılan nedir? Vallâhi ben insanların arasını ıslâh etmek ve onları birleştirmek, dînin cezâlarını tatbîk etmek için ve Allâh yolunda cihâd için gayret ediyorum. Senin ve benim sayamayacağımız büyük işleri idâreye uğraşıyorum.

Ben bir dîn üzerineyim ki Allâhü Teâlâ işlediğim hasenâtı, hayırlı amelleri kabûl eder, günahları da bağışlar. Halbuki ben her husûsta Allâh için olan ve ondan başkası için olan arasında hep Allâh için olanı tercih ettim." dedi.

Misver (r.a.), daha sonra şöyle dedi: "O bunları söylerken ben düşündüm ve ona hak verdim." Misver, bundan sonra yanında ne zaman Hz. Muâviye'den bahsedilse hep hayırla yâd ederdi.

Hz. Osmân (r.a.) şehîd edildiğinde Hz. Ali (r.a.) içerideki ihtilâfı gidermekte, Muâviye (r.a.) de gazâ işleri ile meşgul idi. Anadolu'ya onaltı kere gaza etti. Her sene yazında çıkar ve kışı Anadolu'da geçirirdi, sonra geri dönerdi, sonra tekrar giderdi.
Hz. Muâviye (r.a.) yirmi sene vali, Hz. Hasan'ın (r.a.) hilâfeti teslîminden sonra yirmi sene de halîfe idi.
Hz. Ömer'in (r.a.) yanında onu kötülediler de "Kureyşin delikanlısını kötülemeyin. O ki öfkelendiği vakit gülendir. Yanında bulunanlar hep ondan razı olurlar." dedi.
Hz. Muâviye'nin son sözleri:

"Allâh"dan korkunuz. Zira kim Allâh'dan korkarsa onu muhâfaza eder, korur. Allâh'ın himâye etmediğini kimse koruyamaz."






İSİMLERİMİZ: Erkek: Mikâil, Kız: Münire



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 29.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 7 Nisan 1428
Miladi : 20 Nisan 2012 cuma.





Mizana ilk konulacak şey, güzel ahlâktır.” (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr)






PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN GÜZEL AHLÂKI

Hilm; öfke ve hiddetin zıddı olup, şiddete karşı sabır ve tahammül etmek, öfkelenmemek, nefsi heyecandan korumaktır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), bir Yahûdi'den bir şey satın almış ve belli bir vâde ile otuz dinâr borçlanmıştı. Yahûdi, vâdeye bir gün kala gelip "Yâ Muhammed, hakkımı öde! Zâten siz Abdülmuttalipoğullarının âdeti, borçlarını uzatıp durmaktır!" dedi.

Hz. Ömer (r.a.) öfkelendi ve "Ey Yahûdî! Vallâhi, Resûlullâh (s.a.v.)'ın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım!" deyince: Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Yâ Ebâ Hafs! Allâh seni mağfiret etsin! Biz senden, bundan başka türlüsünü görmek ihtiyâcında idik. Sen, bana onun üzerimde bulunan hakkını güzellikle ödememi söyleyecek, ona da hakkını tahsilde yardımcı olmakla berâber, alacağını isterken daha nâzik davranmasını tavsiye edecektin." buyurdu.

Yahûdi, Resûlullâh (s.a.v.)'a karşı olan kaba ve katı hareketinin, Resûlullâh'ın hilmini artırmaktan başka bir şey yapmadığını belirterek şöyle anlatıyor: Resûlullah bana "Senin hakkının ödeme günü, ancak, yarın sabah girecektir!" buyurduktan sonra, Hz. Ömer (r.a.)'e "Yâ Ebâ Hafs! Onu, yarın günün başlangıcında istediği hurma bahçesine götür. Eğer beğenirse, kendisine, şu kadar sâ' hurma ver. Biraz da hakkından fazla ver. Verirken ‘Sana, şu kadar da fazla veriyorum!' de! Bu bahçedekine râzı olmazsa, kendisine filanca bahçeden şu kadar ver!" buyurdu.

Hz. Ömer (r.a.), beni, hurmasını beğendiğim bahçeye götürdü. Oradan, Resûlullâh (s.a.v.)'in dediği kadar hurma verdi. Emrettiği fazlayı da verdi. Yahûdî, hurmayı teslim aldığı zaman "Ben, şehâdet ederim ki, Allâh'dan başka ilâh yoktur! Muhammed Aleyhisselâm da, Allâh'ın Resûlüdür! Ey Ömer! Gördüğün şeyi yapmaya beni sevk eden (şudur:), Resûlullâh Efendimiz'in (s.a.v.) Tevrat'ta yazılı -hilm sıfatı hâriç- bütün sıfatlarını kendisinde görmüştüm. Bugün kendisinin hilmini denedim, onu da Tevrat'ta yazılı olduğu şekilde buldum. Seni şâhid tutarım ki, şu hurma ile malımın yarısı, müslümanların fakirlerine bağışlanmıştır!" dedi ve yüz yaşlarındaki bir ihtiyar hâriç, bütün ev halkı ile birlikte Müslüman oldu.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 30.cemÂziyelevvel 1433
Rumi : 8 Nisan 1428
Miladi : 21 Nisan 2012 cumartesi





..“...(O Allah) Sizin içinizi de bilir, dışınızı da, (iyi kötü, gizli aşikâr) her ne kazanıyorsanız onu da bilir.” (En’am Sûresi, âyet 3) .





ALLAH GÖRÜR VE BİLİR


Abdullah bin Dinar (r.a.) anlatıyor: Hz. Ömer ile beraber Mekke'ye gitmek üzere yola çıktık. Giderken yolda kurtlara rastladık. Derken dağdan bir çoban indi, geldi. Hz. Ömer, "Ey çoban! Şu koyunlardan birini bana sat." dedi. Çoban, "Ben köleyim, satamam." dedi


Hz. Ömer, "Efendine, kurt yedi dersin." dedi. Bu söz üzerine çoban "Peki, Allâh'a ne derim?" deyince Hz. Ömer ağladı. Sonra çobanın efendisine gitti. Köleyi satın alıp azad etti. Köleye de "Söylediğin o sözden dolayı ben seni dünyada âzâd ettim. Âhirette de azad olmanı ümid ederim." dedi
Allâhü Teâlâ gizli-açık, iyi kötü yapılan her şeyi görür, bilir ve ona göre sevap ve ceza ile muamele eder.


Humeyd et-Tavil (rh.), Süleyman bin Ali'ye (rh.) "Bana vaaz ve nasihat et." dedi. Süleyman (rh.) dedi ki, "Allâhü Teâlâ'nın seni gördüğünü bildiğin halde hiç kimsenin olmadığı bir yerde isyanda bulunuyorsan, sen çok büyük bir cürette bulunmuş olursun. Eğer, isyan ederken onun seni görmediğini düşünüyorsan, o zaman da dinden çıkmış olursun."


"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"






Hicri : 1.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 9 Nisan 1428“)
Miladi : 22 Nisan 2012 PAZAR.





..“Üç duâ vardır ki, bunlar kabul edilir. Bunda hiç şüphe yoktur: Mazlumun duâsı, yolcunun duâsı ve babanın evladına duâsı.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce).






ÜMİD VE KORKU


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ölmek üzere olan bir gencin yanına girdi ve "Kendini nasıl buluyorsun?" buyurdular. Yâ Resûlallâh! Vallâhi Allâhü Teâlâ'nın rahmetini ümid ediyorum. Ama günahlarımdan da korkuyorum, deyince, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:

"Sekerâtı mevt (ölümün aklı gideren şiddeti) halinde bir kulun kalbinde iki şey böyle bir araya gelirse, mutlaka Allâhü Teâlâ ona umduğunu verir, korktuğundan da emin kılar.






ŞEHZADE BAYEZİD VE MUSTAFA'NIN SÜNNET MERASİMİ


Sultan İkinci Mehmed Han, Amasya'dan oğlu Şehzade Bayezid'i, Manisa'dan da Mustafa Çelebi'yi sünnet ettirmek için Edirne'ye getirtti. Düğün hazırlıkları yapıldı: Etrafın beylerine, âlimlerine, kâdılarına ve fakirlerine davetçiler gitti. Halk Edirne'ye toplandı, şehrin çevresi dolup taştı. Padişahın otağını kurdular. Padişah da geçip otağında oturdu. Önce, âlimler davet olundu. Padişahın sağ yanında Mevlana Fahreddin-i Acemî, sol yanında Mevlana Alâüddin-i Tûsî, karşısında Sivrihisarlı Hızır Bey Çelebi, onun yanına Mevlana Şükrullah oturdu.


Hafızlara emrolundu, Kur'ân-ı Kerîm okudular. Büyük âlimler okunan Kur'ân'ı tefsir ettiler, ilmî sohbetler yapıldı. Sesi ve okuyuşu güzel olanlar gazeller okudular, uzun uzun sohbetler edildi. Meclis, türlü türlü nimetlerle süslendi. Her ilim erbabının önüne bir sini şeker koydular.Padişah sonra bunlara hilatlar giydirdi, türlü türlü ihsanlar etti. Niceleri fakir gelip, zengin gittiler.


İkinci gün fakirler davet olundu. Onlar da türlü nimetlere boğuldular, padişahın ihsanı ile zengin oldular. Bundan sonra beyler davet olundu.


At koşusu yapıldı, çok ödüller verildi. At koşturanın hiçbirisini ödülden mahrum bırakmadılar. Kısaca, Sultan Mehmed kendi büyüklüğüne lâyık ne ise onu yaptı.


Bu sünnet düğünü, 1456/57 yılında Edirne'de Meriç Suyu'nun kenarında yapıldı.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 2.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 10 Nisan 1428“)
Miladi : 23 Nisan 2012 PAZARTESİ.



Muhakkak ki kul, işlediği bir günahtan dolayı rızkının bereketinden mahrum bırakılır.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)





AMELLER NİYETLERE GÖREDİR

Hâtemi Esam Hazretlerine: Amellerinizi işlerken nelere dikkat ediyorsunuz? diye sormuşlar. O da şöyle cevap vermiş: Şu dört esasa dikkat ediyorum:

Birincisi, Allâhü Teâlâ’nın benim için bir rızık verdiğini, hiç kimsenin rızkının başkasına gitmeyeceği gibi benim rızkımın da benden başkasına gitmeyeceğini bildim ve buna inandım.

İkincisi, Allâhü Teâlâ’nın beni birtakım farzlarla mükellef kıldığını ve bu farzları benden başka kimsenin yerine getiremeyeceğini bildim. İşte ben bunlarla meşgul oluyorum.

Üçüncüsü, Rabbimin beni her an gördüğünü bildim de ondan hayâ ediyorum.

Dördüncüsü, benim için takdir olunan bir ecelim olduğunu ve bana doğru yaklaştığını bildim de ben de (salih ameller işleyip yasaklardan kaçınarak) ona doğru yaklaşıyorum.






SAĞLIK: BEL SAĞLIĞINIZ İÇİN


1- Sandalye veya koltukta dik oturun. Dizinizin kalçanızdan daha yüksekte olmasına, ayak tabanlarınızın yere rahatça ve tam basmasına dikkat edin. Ayaklarınızın altına yükseltici bir destek koyabilirsiniz.
2- Yumuşak, alçak, derin ve ortopedik olmayan koltuklarda oturmayın.
3- İşiniz devamlı oturmayı gerektiriyorsa ara sıra kısa da olsa yürüyüşler yapın. Çünkü otururken ayakta olduğunuzdan daha fazla yük belinize biner.
4- Bilgisayarda çalışırken başınız dik, beliniz ve kalçanızın arka kısmı destekli, köprücük kemikleriniz yere paralel olmalı.
5- Gözleriniz, ekranın üst hizasına yakın seviyede ve ekranı tam karşıdan görebilecek pozisyonda bulunmalı. Kollarınız rahat, ön kol ve bilekleriniz aynı çizgi üzerinde yere paralel olmalı.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 3.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 11 Nisan 1428“)
Miladi : 24 Nisan 2012 SALI




Din ve dünya işinde kendisine itimat edilir olması kişiye saâdet olarak yeter.” (Hadîs-i Şerîf, Kuzâî, Müsnedü'ş-Şihâb) .





NAMAZDA UYANIK OLMAK

Namazın bütün rükünlarını uyanıklık üzere edâ etmek şarttır. Uyuklayıp ne yaptığını bilmeyerek işlenen kıyâm, rükû ve diğer fiillere itibâr yoktur. Rükünlerden biri böyle işlenirse uyanık olarak iâdesi lâzımdır.





HÂŞİM PAŞA’NIN BİR HÂTIRASI

93 Harbi diye meşhur olan 1877-78 Osmanlı Rus harbinin Anadolu cephesinde Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın yanında kâtip olarak vazifeli olan Mehmet Arif Bey’in hatıralarından:

“Kars'taki asker ve istihkâmlar gezilirken, iş gören ve fevkalâde hizmeti geçenler arasında Karadağ ve Karapatlak adındaki cephe istihkâmlarının kumandanı Mirliva (Tuğgeneral) Hâşim Paşa’nın medhi de duyuldu. Gece gündüz düşman güllelerine en fazla hedef olan bu istihkâmlar imiş. Kars kumandanı Hüseyin Hami Paşa, Hâşim Paşa’ya:

“Onbeş gündür sizin livanız (birliğiniz) geceli gündüzlü gülleler karşısında duruyor. Askeriniz rahatsız oluyor, uykusuz kalıyor; sizi değiştirelim, biraz da başka bir livayı gönderelim.” der. Hâşim Paşa ise:

“Ben ve askerim, gelen güllelerden korunmanın kolayını aldık, alıştık. Şimdi alışmamış bir liva getirilirse, onları alıştırıncaya kadar hayli zâyiât verilir. İhtimal ki, düşman tarafından bir hücum vâki olursa, acemilikleri sebebiyle bir sakatlık olabilir. Ben de, askerim de hâlimize râzıyız. Siz öteki cephelerin emniyet altında olmasına inayet ve himmet buyurunuz.” cevabıyla olduğu yerde kalmayı ister.

Bakın büyüklüğe! Böyle muhterem gâzilerin nasıl ayakları öpülmez. Hâşim Paşa gibi metanet ve cesâretin timsâli olan bir zat niçin kıyâmete kadar dillerde rahmetle yâd olunmaz? Elbette olunur. “Doğrusu, Allah, iyilik yapanların ecrini zayi etmez.” (Tevbe sûresi, âyet 120)



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 4.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 12 Nisan 1428“)
Miladi : 25 Nisan 2012 ÇARŞAMBA....




Resûlullah (s.a.v.) “Yâ Avf bin Mâlik! Sana itaat eden ve emirlerini yerine getiren kölen mi sana daha sevimlidir yoksa itaat etmeyen ve emrini yerine getirmeyen mi? buyurdular. Avf “Tabi ki itaat eden ve emrimi yerine getiren” deyince Resûlullah (s.a.v.) “İşte sizler de Rabbiniz nezdinde bunun gibisiniz.” buyurdular. (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemu's-Sağîr) .





BERÂTINI ALAN HACI


Geçmiş zamanda Bağdat'tan bir kafile hacca gitmek üzeredir. Zengin komşularının hacca hazırlandıklarını duyan temiz kalpli fakir bir adam:

“Ben de, şu komşularımla birlikte hacca gideyim” deyip hazırlığını yapar ve Hac kafilesiyle yola çıkar. Kendini beğenmiş zenginlerden bazıları bu fakirin hacca gitmesine hayret ederler. Bunlardan biraz da bilgi sahibi olan biri, “Komşum, senin bineğin yok, azığın yok. Bari birkaç akçen olsun var mı?” der. Fakir, “Rabbim beni besler. Bütün canlıların rızkını veren Allâh’tır. Her birimiz onun rızık hazinesinden beslenmiyor muyuz?” der.

Nihayet günlerce süren uzun ve yorucu yolculuktan sonra kâfile, Mekke-i Mükerreme’ye varır. Kâbe-i Muazzama’yı tavaf ederler, Arafat’ta vakfeye dururlar. Bütün hac farîzasını yerine getirip, veda tavafını da yaparak geri dönerlerken aynı adam komşusu fakire yaklaşır:

“Komşum, vardın Beytullâh’ı tavaf ettin mi?” der. “Evet efendim, Allâh’ıma sonsuz hamd ve şükürler olsun ki, benim gibi fakir ve aciz bir kuluna bu şerefi; haccetmeği, yüce makamları ziyareti nasip etti.” der. Komşusu fakire:

“Komşu, biz berâtımızı aldık. Sana da berât verdiler mi?” der. Fakir: “Nasıl berât bu?” diye heyecanla sorar.

“Hacılara; ‘Cehennemden âzâd oldun.’ diye berât verilir.” der. Bunun üzerine saf Müslüman hemen telaşla döner ve başını Beytullâh’ın eşiğine koyar:
“Ey Rabbim! Senin kulların cehennemden âzâd berâtını almışlar. Ben fakire bu berât verilmedi. Yoksa ben âzâd olunmadım mı?” diyerek gözlerinden yaşlar akıtır.

Böyle yalvarırken karşısına bir zat gelir ve; “Kaldır başını ey temiz adam! Al şu berâtını ve yol arkadaşlarına yetiş.” der. Berâtını alıp yüzüne gözüne sürer ve koşarak arkadaşlarına yetişir.

Yeşil, misk gibi kokulu bir kâğıt üzerinde yazılı berâtı arkadaşlarına gösterir. O sözleri söyleyen zat atından düşüp bayılır. Ayıldığında; “Keşke ben de şu fakir komşum kadar olabilseydim. Yazık benim geçen ömrüme!.. Nefsimin esiri, şeytanın kölesi olmuşum.” diyerek âh eder.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 5.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 13 Nisan 1428“)
Miladi : 26 Nisan 2012 PERŞEMBE.




Hased, ateşin odunu yediği gibi iyi amelleri yer bitirir. Sadaka ise suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür.” (Hadîs-i şerîf, Sünen-i ibn-i Mâce).






HASED SEVAPLARI YER


Hased, Müslüman kardeşini kıskanmak, çekememek, ondaki nimetlerden dolayı sıkıntı ve huzursuzluk içinde olup o nimetlerin yok olmasını ve kendisine geçmesini istemektir.

Hadîs-i şerîflerde, hasedin kötü bir huy olduğu, amellerin sevabını yok ettiği bildirilmiş; Müslümanlara bu kötü huydan uzak durmaları emredilmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ashabım! Birbirinize buğz (düşmanlık) etmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinizden yüz çevirip ayrılmayınız. Ey Allâh’ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz. Bir Müslüman’ın din kardeşine üç günden fazla küskün durması helâl değildir.”

“Hased, ateşin odunu yediği gibi iyi amelleri yer bitirir. Sadaka ise suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür.”

Hikmet sahibi bir zat şöyle dedi:

Hasedden sakının. Zira hased, gökte ve yerde Allâhü Teâlâ’ya karşı ilk işlenen günahtır.

Semada işlenen ilk günah olması şöyledir: İblis Hz. Âdem (a.s.)’a secde etmekten yüz çevirip ‘Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan yarattın' deyip hased etmiştir. Bundan dolayı Allâhü Teâlâ ona lanet etmiş ve cennetten çıkarmıştır.

Yeryüzünde işlenen ilk günah Maide sûresinin 27. âyetinde beyan buyurulmuştur ve şöyledir:

Âdem (a.s.)’ın oğlu Kâbil, kendisinin Allâhü Teâlâ’ya takdim ettiği kurbanın kabul edilmeyip kardeşi Hâbil’in kurbanının kabul olunması üzerine kardeşine hased etmiş ve hasedinden kardeşi Hâbil’i öldürmüştür. Üç kişinin duâsı kabul olunmaz: Haram yiyenin, çok gıybet edenin ve kalbinde Müslüman kardeşine kin ve hased bulunanın.



İSİMLERİMİZ: Erkek: Salih, Kız: Sâliha



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 6.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 14 Nisan 1428“)
Miladi : 27 Nisan 2012 CUMA.





Biriniz öldüğü zaman, kıyâmeti kopmuş demektir. (Öyleyse) Allâhü Teâlâ’ya onu görüyormuşsunuz gibi ibâdet edin ve her an ona istiğfârda bulunun.” (Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl





SULTANIN SİYÂSETİ



Sultan İkinci Abdülhamîd Hân’ın Avrupa devletleri elçilerinin siyâsî talep ve taarruzlarından kolaylıkla kurtulmasına bir son vermek isteyen Fransa eski Dâhiliye Nâzırı Mösyö Konstans, sefîrler meclisi kararlarını sultana bildirmek üzere yola çıktı. Sefîr daha arabasına binmeden sultana, sefîrin saraya hareket ettiği haberi gitmişti. Sefîrin atlarla alâkasını bilen Padişâh; “Buyurun sefîr cenâbları! Sizi alâkalandıracak bir mevzû hakkında dikkatinizi celbedeceğim!..” dedi ve elinden tutarak balkona götürdü:

“Şu aşağıda seyisin dolaştırmakta olduğu hayvanı görüyor musunuz? Bunları bir çift olarak Mösyö Feliks bana göndermişti. Bu hayvanlar, “Perşeron” kırmalarıdır. Bu renkleri elde etmek için, kır kısraklar ile al aygırları kullanıyorlar. Benim gerek binek ve gerek araba hayvanlarına çok merâkım vardır. Bunların renkleri kadar tırısları da güzeldir. Hayli zaman kullandım. Onları pek sevdim, fakat ne yazık ki, eşi geçenlerde öldü. Acaba aynı renkte ve aynı cinste bir hayvan tedâriki mümkün olur mu?

Sefîr: “Haşmetpenâh! Mâlum-ı şâhâneleri Fransa’da hayvan yetiştiren büyük hârâlar vardır. O kadar ki, bir çift araba atı sipariş edildiği zaman alnındaki akıtmalara, ayaklarındaki sekilere kadar temin etmek mümkündür. Fransız ırkı, Arap ve yerli ırkla melezleştirilen bir cinstir. Arap atının nehâfeti (hafifliği), yerli ırkın resâneti (dayanıklılığı) birleştirilmek sûretiyle güzel bir ırk elde edilmiştir.” Sultan; “Verdiğiniz malûmatla beni düşündüren bir meseleden kurtardınız. O hâlde tavassutunuzu benden esirgemeyeceksiniz.” dedi ve Atın bedeli olarak 500 Napolyon altını verdi.

Bu para bir at bedeli olarak pek fazla idi. Sultan bunun mühim bir kısmını sefîre dolambaçlı yoldan ihsan olarak veriyordu. Sefîr parayı alınca Sultan saatine baktı;

“Af edersiniz, namaz vaktim gelmiş, size vedâ ediyorum!” dedi. Mösyö Konstans, sefîrler meclisine geldiği zaman: “Hiçbir şey yapamadım. Sultan, beni at cambazı yaptı!” dedi.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 7.cemâziyelâhir 1433
Rumi : 15 Nisan 1428“)
Miladi : 28 Nisan 2012 CUMARTESİ




Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Helâk eden yedi şeyden kaçının.” buyurdular. Onlar nelerdir ya Resûlullah dediler. “Allâh’a şirk koşmak, sihir, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, harpten kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak.” buyurdu. (Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)





KANUNÎ DEVRİNDE DEVLET İDARESİ



Kanunî devrinde devlet idaresi çok sıkı bir nizâm altındadır: Memurların terfii, tâyini, azli ve yer değiştirmesi padişahın bile bizzât riâyet edip ihlâlinden büyük dikkat gösterdiği bir takım mevzûâtâ tâbidir.

Memuriyetlerin verilmesinde ehliyet ve iktidardan başka hiçbir şeye kıymet verilmediği ecnebilerin ve hattâ düşmanların bile itirafiyle sabittir. Kanunî'nin son devirlerinde senelerce Türkiye’de bulunmuş olan meşhur Avusturya sefiri Busberg diyor ki:

“…Tek bir kişi yoktu ki sahip olduğu rütbeyi kendi liyakat ve cesaretine borçlu bulunmasın. Hiç kimse filanın neslinden, filan, falanın soyundan gelmiş olmakla diğerlerinden yüksek bir mevkie çıkamaz. Herkesin vazife ve memuriyeti ne ise ona göre itibar edilir. …

Sultan herkese memuriyet ve vazifesini bizzat tevcih eder. Bunu yaparken ne zenginliğe, ne anadan doğma, babadan gelme asalete bakar, ne de boş ricalara, istirhamlara, ne tavsiyelere… Bir adamın sahip olabileceği, nüfuz ve şöhreti hiç nazarı itibara almaz. Yalnız liyakatle dirayete bakar, karakter arar, fikrî kabiliyet ve istidadı düşünür. İşte herkes istidat, kabiliyet, bilgi, ahlâk ve karakterine göre bir işe tayin edilir.

Türkiye’de herkes kendi mevki ve istikbalinin kurucusudur. Bunlar böyle küçük yerlerden, aşağılardan gelmiş olmaktan utanmak şöyle dursun, aksine bununla iftihar ederler. Ben ne idim. Çalışkanlığım doğruluğum sayesinde ne oldum!.. derler. Türkler insanlarda meziyetin babadan oğula miras yoluyla intikal ettiğine bir miras gibi elde edildiğine inanmazlar. Bunu aslında Allâh’ın bir ihsanı, çalışmanın, zahmetin, gayretin ödülü sayarlar.

İşte böylece Osmanlı İmparatorluğunda namussuz, tembel, atıl, bilgisiz olanlar hiçbir zaman yüksek mevkilere tırmanamazlar.

Osmanlıların neye teşebbüs ederlerse başarılı olmalarının, bütün dünyada hâkim hale gelebilmelerinin sebebi, hikmeti budur.”



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş


kıssadan hisse

MollaCami.Com